hayatın gerçegi,güzellikleri ile herşey
  cennet
 

cennet

Tarih: 14:31 07-Ocak-2008 - Mesaj: #1

» CeNNeT
Gençlik, hayâtın en iyi en verimli bir şekilde geçirilmesi gereken dönemidir. Bundan dolayı, gençliği boş ve faydasız şeyler peşinde geçirmek, bu fırsat elden çıktıktan sonra bizlere çok “Ahhh...Vaaah...”lar çektirecektir.

Bir gençlik yetişti günümüzde; daha doğrusu bir gençlik yetiştirildi. Vâr oluş gayesini bilmeyen, hayâtı bir takım geçici heveslere bağlayan bir gençlik bu. Dikkatini müziğe çektiler. Dansa eğlenceye...İçkiye kumara... Anlamını dahi bilmediği çeşit çeşit müzikleri sevkettiler damarlarına...Sonuçta dinini, imanını, ailesini hattâ yaşamayı bile sevmeyen bir gençlik çıktı ortaya. Öyle bir gençlikki, hayâtı toz pembe gördüğü için aklından çok hissiyatını dinliyor. Lezzet diye tattığı şeylerle hüzün ve gâm yudumluyor âdeta. Boş hayallerin esiri olup, gerçek sevdigiliyi ve mutluluğu bulamadığı için, geçici heveslere kapılıyor. Sonuçta bunların uğruna gönlü perişan oluyor. Kalbi kırılıyor. İhtiraslara kurban gidiyot.

Gençliğin meselelerinin temelinde maddi ihtiyaçlarının karşılanmasından ziyade, mânevi ihtiyaçlarının karşılanmaması yatmaktadır. İlim adamları bunu söylüyor, yapılan istatistikler ve araştırmalar bunu gösteriyor. İntiharlar, uyuşturucu mübtelâları, birtakım sapıklıklar hep bunun sonucunda meydana gelen çirkinliklerdir. “Bütün bunların sebebi nedir? Diye sorunca; “Ruhî bunalım, kalben tatmin olmamak. Ruhî boşluğu, maddi olan hiçbir şeyle dolduramamak” cevabı alınıyor. Peki çaresi nedir.? Çaresi hayatımızı iman ışığı ile aydınlatıp canlı tutmalı, yüce Allah (c.c)’ın emirleri ve yasaklarıyla hayatımızı süslemeliyiz. Evet iman sahibi bir insan için hayâtın her ânı, her dakikası lezzet ve huzur doludur. Bunun için imanımızın çok kuvvetli olması gerekmektedir. Kuvvetli bir imânın varlığı da, ancak İslama ve bu dinin emirlerine tamamen teslim olmaya dayanmakatadır. Şairin dediği gibi...

“İman ile geçen her gece gündüz gibi aydın,

Tâze bir bâhar âlemi her anı hayâtın...”

Şimdi size, İmâm Azam (k.s)’in babasının ısırdığı bir elmanın suyunu helâl ettirebilmek için, uzun bir süre elmanın sahibine hizmet ettiğini anlatsak, belki buna gülersiniz. Ama bu imân’a sahip olan imam Azam (k.s)’ın babasına, Allah (c.c) İmam Azam (k.s) gibi bir evlat nasip eylemiştir. Bizlerde gerçek huzur ve mutluluğa, ancak böyle bir imana sahip bir gençlik yetiştirdiğimiz zaman ulaşacağız.

Allah (c.c) gençliğini islam dinine uygun olarak geçirenlerin, kıyamet gününde çok büyük mükâfâtlara nail olacağını ve özel bir bölgede gölgeleneceklerini vaad buyurmaktadır. Efendimiz (s.a.v) ise, “haramlar karşısında kapanmasını bilen göz, kıyâmet günü ağlamayacaktır.” Müjdesini vermektedir.

Yapılan ibadetin büyüklüğüne gelince “Gencin namazı bütün âleme ışık saçan bir güneşse, ileriki yaşlardakilerin namazı bir mum ışığı misali gibidir. Ona göre düşünmemiz gerekmektedir. Günümüz insanları herşeyin fiyatını biliyorlar. Fakat hiçbir şeyin değerini ve kıymetini bilmiyorlar. Herşeyi madde ile ölçer tartar hâle geldi günümüz insanı. Tabiri câizse maddeye esir oldu günümüz insanı. Madde ile boğulan imdat çığlıklarına yine madde ile cevap vermeye çalışan ve her defasında hüsrana uğrayan günümüz insanı...İnsan dünyaya aldanıyor. Serabı su zannediyor.Geçici olan bu dünyaya bağlanan insan, devamlı olan âhiretini unutuyor. Niçin unutmasınki? Çünkü başta kendisini unutmuş, yaratılış gayesini unutmuştur. Kendisi için bu âlemi donatanı, rızıklandıranı bir günde canını alacak olanı unutmuştur insan.

Allah (c.c) “bu dünya hayâtı bir eğlenceden ve bir oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, şüphe yokki, gerçek hayâtın tâ kendisidir. Bunu bilmiş olsalardı...”(Ankebut 64) buyurmaktadır. Evet genç kardeşler. Bizim gerçek hayatımız Ahiret hayatıdır. Ölümün insanları ne zaman kucaklayacağı belli olmayan şu dünyada, hayâtımızın baharı olan gençliğimzi en verimli bir şekilde değerlendirmemiz gerekmezmi?

Şu bir gerçektirki gençliğini eğlenmekle, boş emellerle, faydasız şeylerin peşinde koşturarak geçirenler, ihtiyarlıklarını ağlamakla geçireceklerdir.

Allaha emanet olunuz... 

 

 

Tarih: 16:54 07-Ocak-2008 - Mesaj: #3

» Adembaba
HASRETİN CANA DAYANDI
Açıldı gök kapıları , çilelerde rahmet yağmurları ,
Avuçlarda sonsuz sabır çiçek açmada , dudaklar dualaşmış..

Hasretle beklenen nurlu yol ufka dayandı…
Gönüllerde kutlu müjdeler, esrarda ad ayandı….
Tutuştu canlar aşk ateşiyle yandı ki ne yandı…
Maşukun aşıka can verdiği an.. Ah! Ne yaman andı…

Ey Sevgili, hasretim ömür defterimde hep ayandı
Ruhum çilekeş bir umman, vuslat kapısına dayandı,
Gönlümün yanıp kül olduğu an..O ne sonsuz andı,
Tutuştu gönül deryalarım ezelden ebede hep yandı…

Ruh ezel meclisinin tek Gülünü hasretle andı…
Sevdanın kadere yazıldığı o an, o ne güzel andı ,
Ki Şeyda bülbül külleriyle aşka ayandı,
O gizli bahçe ki ateşin sevdalılar odlara yandı,
Sanki Firdevs’ten bir köşe, Adn’dan bir zümrüt yandı…

Ah…hasret bıçağı kemiğe değil, cana dayandı…
Deli gönül ne kutlu çilelere dayandı,
Lal hançerin mor sümbülle buluştuğu andı..
O an ki içinde ne al laleler, ne aşk gülleri yandı…

Açıldı gök kapıları, özlemler arşa dayandı…
Aşk belliydi sevgili belli , dad ayandı,
Ah..Yandı bu can.. İçin için .. Nasıl da yandı..
Ve.. o nasıl vuslat ki sevdalıların ayrıldığı andı…

Ufkumuz sensin Ey Sevgili, Ey gönüller Sultanı,
Bükük boynumuz ,hasretimiz ne yalnız, ah ne yalnız…
Al gül bahçesine döndürdü şehit kanları bütün arzı şimdi.
Sonsuz sabır çiçek açmada avuçlarda, dudaklar dualaşmış..

Ey Hak Resulü, merhaba et bize Ey Sevgililer Sevgilisi
Şeref ver gönül bahçemize, lütfet göz yaşından bir rahmet!
Bir selam ver gülümsemenden , bıçak şah damarıma dayandı..
Ezelden ebede hasretinde bu gönül, gül gibi yandı da yandı, yandı…

Aşıldı bütün isimler ruhum artık o tek ada dayandı,
Yıkılacaktı gönül arza, ama… Eğilmedi aşka dayandı,
Yandı madde, yandı, kül oldu, mana da yandı
Ayandı her şey ama her şey, sır da ayandı
Ruhumun ezelle buluştuğu an ..Ah o ne yaman andı…

Selam sana Ey Sevgili!.. Hasretin cana dayandı…
Muhabbetinle can ten kafesinde, yandı ki ne yandı…
Ruhum çilekeş bir umman, dad kapısına dayandı,
Ses Ver Ey Resul…Yanıyor alem, aşkınla aşk da yandı...

 

 

 


*******

Tarih: 22:12 08-Ocak-2008 - Mesaj: #5

» Adembaba
Endonezya nasil Musluman oldu?



Kendi halinde bir tuccardi. Bir gun kumaslari gemiye yukledi. Endonezya'ya gitti, oraya yerlesti. Isini orada devam ettirdi. Kumaslari kaliteliydi.



Tam da halkin aradigi cinstendi. Kendisi de kanaat sahibi bir insandi. Kazanci az olsun, temiz olsun dusuncesindeydi. Bir gun gec geldi is yerine. Eleman iyi bir kâr elde etmisti sattigi mallardan.



Merak etti, sordu:

- Hangi kumastan sattin?

-Su kumastan efendim.

-Metresini kaca verdin?

-On akceye.

-Nasil olur?" diye hayret etti,

-Bes akcelik kumasi on akceye nasil satarsin? Bize hakki gecmis adamcagizin.

Gorsen tanir misin onu?



Eleman gitti, musteriyi buldu, getirdi. Dukkan sahibi musteriyi karsisinda gorur gormez, helâllik istedi ve fazla parayi musteriye uzatti. Musteri sasirmisti. Boyle bir durumla ilk defa karsilasiyordu.

-Ne demekti hakkini helâl et?



Olay kisa surede dilden dile dolasti. Cok gecmeden kralin kulagina kadar vardi. Sonunda kral kumas tuccarini saraya cagirdi. Kral sordu:

-Sizin yaptiginiz bu davranisi daha once biz ne duyduk, ne de gorduk. Bunun asli nedir?

-Ben, dedi tuccar, bir Musluman'im. Islâm dini boyle emreder. Musterinin bana hakki gecmisti. Dolayisiyla kazancima haram girmisti. Ben sadece bir yanlisi duzelttim.

Kral,

-Islâm nedir, Muslumanlik nedir? gibi pes pese sorular sordu. Birer birer sorularini cevapladi. Kral ilk defa duyuyordu boyle bir dinin varligini.

Fazla zaman gecirmeden Islâm'i kabul etti. Daha sonra kisa sure icinde de halk Musluman oldu.



250 milyonluk nufusa sahip olan bugunku Endonezya'nin Muslumanligi kabul etmesindeki sir sadece bes akcelik kumasti. Yapilan tek sey vardi sadece:

Inandigi gibi yasamak, sahip oldugu guzellikleri cevresiyle paylasmakti.



Efendimiz'in mujdesi herkese acik: "Dogru ve guvenilir tuccar, kiyamet gununde peygamberler, siddiklar (dogrular) ve sehitlerle beraberdir."



Yani, asil etkili olan soz dili degil, hal diliydi. Konusmaktan cok yasamakti. Anlatmaktan ziyade davranis dilinin devreye girmesiydi.

***********
ANNE KARNINDA BEBEGIN RABBIYLE DIYALOGU


Anne karnindaki bir cocugun agzi vardir, gozu vardir, kulagi vardir, eli vardir, ayagi vardir. Butun aza ve cihazati tam tekmil verilmistir. Halbuki bunlarin hicbirine orada luzum yoktur. Orada cocuk, gidasini, gobeginden annesine bagli bir hortumla almaktadir.



Simdi bu cocuk:



- Ya Rabbi! dese, su hortum bana yetmektedir. Pekiyi su agiza, su goze, su kulaga, su ele, su ayaga ne luzum vardi. Hicbir ise yaramamaktadirlar?



Herhalde ALLAH'dan soyle bir cevap alacagi muhakkak:



- Acele etme kulum, aklin almadigi seyede burnunu sokma. Sen kisa bir muddet sonra oyle bir aleme gideceksin ki burada 'her seyim' dedigin hortum, orada hicbir seye yaramiyacak, kesilip atilacak. Luzumsuz sandigin agiz, goz, kulak gibi seylerde en luzumlu cihaz durumuna gececek.




O cocuk bu gerceklere inanmasa ve bir inkarci olarak dunyaya gelse hakikaten hortumun ise yaramadigini, ebenin onu kesip kaldirip attigini; luzumsuz sandigi agiz, goz gibi cihazlarin devreye girdigini, onlarsiz olunmayacagini gorse utanir mi, utanmaz mi? Inanmadigi icin dizlerini dovermi, dovmez mi?



Su anda bizde, tipki o cocuk gibi bir ananin karnindayiz. 9 ay, 9 sene veya 90 sene sonra bir baska dunyaya dogacagiz. O dunyanin adi ahiret. Biz suanda dunya anamiza maddi hortumlarla, midemiz ile bagli durumdayiz.



Eger biz:



- Iste gecinip gidiyoruz. Ya Rabbi! Su Namaza, oruca, hacca, zekata, dine, imana, Islam'a ne luzum vardi?

Dedigimiz takdirde.


Rabbimizdan soyle bir cevap alacagimiz muhakkak!



- Ey kullarim! Kisa bir muddet sonra bu dunyadan cikacaksiniz. Oyle bir aleme goturuleceksinizki orada 'herseyim' dediginiz bu maddi hortumlarin hicbiri ise yaramiyacak. Luzumsuz sandiginiz namaz gibi, zekat gibi, hac gibi ibadetler de en luzumlu seyler durumuna gececek. Orada insanlara arabasina, parasina, servetine ve suretine gore degil; kalbine ameline ve ibadetine, namazina gore deger verilecek.



Yani namaziniz, zekatiniz, orucunuz, hacciniz, hayir hasenatiniz, ahirette sizin icin hersey olacak. El olacak, ayak olacak, dil olacak, dudak olacak, villa olacak, havuz olacak, senet olacak, berat olacak, ucak olacak, sonu olmayan zenginlik ve saadet olacak kisaca Cennet olacak.



Eger biz bilgiclik eder, fen ve teknik asrinda oldugumuzla simarir, Rabbimizin hikmet lisaniyla buyurdugu bu gercekleri kabul etmez, ibadetsiz bir tenbel veya bir inkarci olarak ahirete gider, gercekleri gorursek utanmaz miyiz? Hakikaten herseyim dedigimiz hortumlarimizin, yani arabamizin, apartmanimizin, paramizin, pulumuzun hicbir ise yaramadigini musahade ederek, ibadetlerin hersey oldugunu anlasak o anne karninda agzi luzumsuz goren cocuk gibi mahcup olmazmiyiz? Dizlerimizi dovmezmiyiz? Keske inansaydik, keske namazimizi kilsaydik, orucumuzu tutsaydik, zekatimizi tam verseydik, ALLAH icin yasasaydik, essiz insan sanli Peygamber Hz. Muhammed ( s.a.v)'in yolunda yuruseydik demez miyiz?




Pisman olacagin, dizlerini dovecegin o gun gelmeden aklini basina al...
*********************

 

 

 

Tarih: 23:28 14-Ocak-2008 - Mesaj: #9

» Adembaba
Mehmet Akif her sabah namaz için Sultan Ahmet Cami' sine gelir.Her gelişinde de yaşlı bir adamın kendisinden önce gelmiş olduğunu görür.Ne kadar erken gelse bu durum değişmez




Mehmet Akif her sabah namaz için Sultan Ahmet Camii’ne gelir.Her gelişinde de yaşlı bir adamın kendisinden önce gelmiş olduğunu görür.Ne kadar erken gelse bu durum değişmez.Yaşlı adam mutlaka camiye ondan önce gelmiş bulunur.Ancak bu yaşlı nur yüzlü adam hiç durmadan gözyaşı dökmektedir.Bundan sonrasını Mehmet Akif şöyle anlatıyor:

Bu yaşlı insanın yanına bir gün sokuldum ve niçin durmadan ağladığını sordum ve ona Cenab-ı Hakk’ın rahmetinin enginliğini anlattım.Ama o yine ağlamasına devam etti.Bana: “Derdimi tazeleme,git” dedi.Ben yine ısrar ettim.Çaresiz kaldı ve yine gözyaşları içinde bana şunları anlattı:

“Ben” dedi ,ikinci Abdülhamid zamanında binbaşıydım.Ailem çok zengindi.Ve ben bir subaydım, kışladan hiç ayrılamıyordum.Ancak bir gün anne ve babamın art arda vefat haberlerini aldım.Ailede benden başka da işlerimiz evirip çevirecek kimse yoktu.Çiftlikler, dükkanlar, mağazalar ortada kalmıştı.Hemen Sadarete bir dilekçe ile müracaat edip istifa etmek istediğimi bildirdim.Sadaretten gelen cevap olumsuzdu.İstifam kabul olunmamıştı.Ben ikinci ardından üçüncü bir müracatta daha bulundum.Ama her defasında aynı cevapla karşılaştım.Bunun üzerine Hünkar’a müracaata karar verdim.Bu kararımı sadarete bildirdim.İsteğim kabul edildi ve mabeyne alındım.Durumumu Hünkar’a vicahi olarak anlattım.Elimden geldiğince mazeretimin meşruluğunu ispata çalıştım.Hünkar istifa talebimden hoşlanmamıştı.Yüz ifadesinden bunu anlamak hiç de zor değildi.İsteksiz bir halde elinin tersiyle işaret etti: “Git, seni istifa ettik” dedi.

Ben sevinerek huzurdan ayrıldım, eve döndüm.O gece rüya gördüm.Rüyamda Osmanlı ordusu tabur tabur bölük bölük geliyor ve Efendimiz (s.a.v)’e teftiş veriyordu. (Bu ordu idi ki kısa bir müddet sonra bütün cihana karşı kavga verecekti.Ve bu ordunun teftişini bizzat Efendimiz (s.a.v) yapıyordu.) Yanında Dört Büyük Halife olduğu halde Efendimiz (s.a.v) önünden geçen bölük ve taburları teftiş ederken, O’ndan bir adım geride edep ve terbiye içinde, boynu bükük halde Abdülhamid de bulunuyordu.Derken benim tabur geçmeye başladı.Ancak tabur dağınıktı.Başlarında kumanda yoktu.Efendimiz (s.a.v) bunu görünce Abdülhamid Cennet mekana: “Bu birliğin kumandanı nerede?” diye sordu.O da “Talebi üzerine istifa ettirdik.” Cevabını verdi.İşte o zaman Efendimiz (s.a.v), beni bütün bir ömür boyu ağlatan şu sözü söyledi: “Senin istifa ettirdiğini biz de istifa ettirdik.” Söyle, bunu duyduktan sonra ben ağlamayayım da kim ağlasın?

Ve Mehmet Akif diyor ki:Yaşlı adam ağlamasına, inlemesine devam etti.Derdi çok büyüktü.Sessizce yanından uzaklaştım.Zaten başka yapabileceğim bir şey de yoktu.Zira bu pir-i fani ,tesellisini yine Efendimiz (s.a.v)’den bekliyordu.Kabul edildiği müjdesi gelmeden belli ki inlemesi dinmeyecekti.
******************************

 

 

 

Adembaba
Aile içinde fedakârlık örneği vermeye talip olmalıdır!

Soru : Benim beyimle bir ailevi sorunum var. Benim sorunum biraz farklı bir boyutta olsa gerek. Şöyle ifade edebilirim : Beyim, benden dinin bütün emirlerini yerine getirmemi istiyor, başörtümü de aralıksız takmamdan yana. Ben bunlardan memnun da oluyorum. Ancak kendisi bana söylediklerinin birçoğunu yapmıyor, sanki kendisi yapmadıklarını bana yaptırmak istiyor gibi bir çelişki yaşıyor. Halbuki dini görevlerimi şevkle yapabilmem için ondan destek beklerken, destek değil sadece emir gelmesi beni tepkiselleştiriyor. Nasıl bir tutum içinde muhatap olacağımı bilemez hale geliyorum. Ben bu doğruları yaşarken, Allah rızası için değil de beyin rızası için yapar duruma düşmüş oluyorum. Bu konuda bana nasıl bir tutum tavsiye edersiniz?

Cevap : Düşünüyorum ki, hayatta her hanımın imtihanı farklı şekilde tecelli etmektedir. Kimi hanımların beylerinden imtihanları çok ağır oluyor. Gece hayatı var, ilaveten kötü alışkanlıkları, sabahlara kadar şurada burada kendilerini dağıtmaları söz konusu. Şükürler olsun ki sizinkinde böyle ağır bir imtihan söz konusu değil. Sadece kendi yaşamadığını senden istemekte, kendi yerine getirmediği dini görevini senden eksiksiz beklemektedir.

Halbuki Rabb'imiz Haşir Sûresi'nin ilk ayetlerinde : "Kendi yapmadığınızı niçin başkalarına emrediyorsunuz?" diye sormakta, insanların başkasından istediklerini önce kendilerinin yapmasını istemektedir.

Bu böyle olmakla beraber, aile içinde bireylere örneklik edecek anlayışlı ve sabırlı birine ihtiyaç vardır... Bu örnek insan bazen bey, bazen de hanım oluyor. Hatta çoğu zaman ailenin temelini teşkil eden hanımefendinin örneklik ettiği de görülmektedir. Anlaşılan, sizde de öyle olacak, aile içinde senin örnekliğin söz konusu olacaktır. Daha doğrusu bu fazilet örneğini sen vereceksin, sana nasip olacaktır.
Bu sebeple önce sen kendini Rabb'ine karşı muhatap bil. Rabb'inin rızası için yaşayışınla aile içinde örnek olmaya gayret et. Beyi de tahrik etmeden vicdan muhasebesiyle baş başa bırak..
Başarılı hanımefendilerin mağlup edilemez vasfıdır bu tavır. Kendi görevini yaparak örnek olmak, ötekinin görev ihmaline de tepkisel yaklaşmamak, vicdan muhasebesiyle baş başa bırakmak...
Maalesef, bazı hanımlar kendi haklılıklarını düşünerek beylerine karşı tepkiselliklerini artırıyor, itici bir tavra giriyorlar... Farkına varmadan kendi kalesine gol atan sporcu durumuna giriyorlar. Beyini kendinden soğutan tepkisellikten fayda gelmeyeceğini pek düşünmüyorlar. Halbuki insan, itelendiği yere ilgi duymaz; ama iltifat edildiği yere meyilden de kendini alamaz. Keşke bu gibi ters düşmelerde hanımefendiler itici bir tepkiyi değil de çekici bir etkiyi tercih edecek uyanıklıkta olsalar.
Tabii, bu örnek tavır kesinlikle tek taraflı da olmamalıdır. Beyin hanımına karşı tavrında da benzeri örneklik söz konusu olmalıdır. Bey de çekiciliğini yitirip itici tavra girmemeli, kaba, saba, anlayışsız insan görüntüsü vermemelidir!
Ne yazık ki, çoğu yerde beylerin böylesine katı tutumları dikkat çekmekte, hanıma bir teşekkür, bir takdir cümlesini dile getirmekte bile cimri davranmaktalar.
Halbuki hiçbir maliyeti yoktur bir teşekkür ve takdir cümlesinin. Sadece bir gönül kazanma inceliği yetip de artmaktadır. Ne var ki, İslam'da değil de gelenek ve görenekte, kadına karşı kaba saba davranmayı ereklik işareti sayanlarımız, incelik ve zarafeti de kılıbıklık kabul eder hale gelmişlerdir. Bunlar, "Kullara teşekkür etmeyen Allah'a da teşekkür etmez!" hadisinden de habersiz aile hayatı sürdüren gelenekçiler olmalılar...
Halbuki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) farz namazları için ailesinden izin almaz; ama gece nafile namazlar için izin isteme nezaketi göstererek :
- Aişe, izin veriyor musun Rabb'ime karşı kulluk görevimi yapmaya?.. diyecek kadar zarafet örneği verirdi. Anlaşılan, kaba saba bir tavır Rasulullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) aile hayatında yoktur. Ama Müslüman'ın tutum ve tavırlarında olanca sevimsizliğiyle dikkat çekmektedir.
Bilmem, bu satırlar aile içinde fedakarlık örneği vermesi beklenen hanımefendi ile itici davranan beylere bir şeyler fısıldamış oluyor mu?
**********

 

 

 

» Adembaba
Hz. Adem’in genlerinde vardık. Binlerce yıldır nesilden nesile yol aldık. Nuh’un (s.a.v.) gemisinde kurtuluşa erdik. Bir kısmımız Firavunla beraber denize battı. Bir kısmımız Musa (a.s.) ile karşıya geçti.
Yolculuk devam etti. bir kan pirtisiyla ana rahmine yerleştik. Dokuz ay yol aldık. Dünyaya geldik. Yolculuk devam ediyor. Gurbete giden hep sıla özlemiyle yaşar. “Sılada bir evin bacası olsam” diye türküler yakar. Bir an önce kazanıp dönmeye çalışır. Gurbetin hiçbir şeyi onu eğleyemez.
Müslüman insan da dünya diyarında ömür sermayesini verip sevap kazanarak yürür. Geçici güzelliklerin hiçbiri onu asıl yurdundan alıkoyamaz. O kamaşmayan gözlerle bakar dünya güzelliklerine. Meşru olanlarından faydalanır ama yolundan alıkoyacak hiçbir put, düşünce, para, kadın, erkek, makam, rütbe onu engelleyemez.
Dünyanın gayri meşru süs ve eğlenceleri onun gönlünü çalacak olsa hemen Rabbimizin “Yooo, Hayır, Kıyamet gününe yemin ederim ki......” uyarısıyla uyanır. (Kur’an-ı Kerim Kıyamet suresi 1)
Kötülüklerden nefret eden bir özelliği bütün insanlara verdiğini hatırlatır. (Kıyamet 2) Nefsi Levvame=Vicdan denilen o görünmez özelliği, Rabbimiz yarattığı her insana vermiştir. Ancak eğitim yoluyla vicdanın üzeri kapatılabilir veya parlatılabilir.
Bu günlerde ateist, komünist vesaire bütün...istlerden Hakkı ve haklı insanları destekleyenlerin yükselmesi, içlerinde gizledikleri vicdan nurunun ....istlikler ve pislikler arasından sızması halidir.
Havayı, karayı, denizi kirletenler önce yüreklerini imansızlıkla karartanlardır. Burada şahıslar ve isimleri hiç önemli değil. Japonya’daki kuduz köpekle, Amerika’daki kuduz köpek iki adamı ısırsalar, ikisi de kuduz hastalığına yakalanır. Bu köpekler birbiriyle telefonlaşmazlar. İnternet kullanmazlar. Ama aynı zehiri kusarlar.
Binlerce yıl önceki kafirler “Bu kemikleri kim diriltecek?” diyerek Peygamberlere itiraz ediyorlardı. Ebu Cehil de aynı itirazı yapıyordu. Günümüz imansızı da aynı şeyi söylüyor.
Mahkûmlara va’z ederken içlerinden biri “Hocam, bir adam denize düşse, balina yutsa, balinayı balıkçılar tutsa, bin parça yapsalar, bin parçayı binlerce insan yese, bu denize düşen adamı Allah nereden bulacak?” demişti de ben de “Sen otuz beş sene önce yoktun. Dünyaya geldin, önce süt emdin, sonra Adana’nın domatesi, Karaman’ın bulguru, Rize’nin çayı, Trakya’nın ayçiçek yağı, Ayvalığın zeytinyağı, gökyüzünün güneşi, havası, yeryüzünün birçok yiyeceği sende toplandı. Sen dağılışı anlattın ben de toplanışı anlattım. Seni toplayan, dağıtınca yine toplar” dediğimde; evet toplar hocam demişti.
Her insanda olan ve her türlü kötülüğü emreden “nefsi emmareyi” yarattığı gibi onu dizginleyen “nefsi levvameyi” vicdanı da yaratmıştır.
Her insanda size bakan bir taraf var. Oradan yaklaşın.
Sonra onun “başıboş yaratılmadığını, (Kıyamet 36) hatırlatın ve gönül denizinde bize düşman olan “nefsi emmare” ile bize düşman olan “nefsi levvame” dalgalarının çarpışmasında iyi tarafın kazanması için Rahmani hava estirin, Allah’ın ayetleriyle “nefsi levvameyi=vicdanı” destekleyin ve gönül deniziniz dalgadan sonra durulsun da inci gibi hikmetler çıksın ve insanlık ailesi onları gönüllerine gerdanlık olarak taksınlar.
*****************

 

 

 

Baskiyla disiplin olmuyor



Hic kimse baskiyla istemedigi bir seyi yapmak istemez; hele gencler asla!.. Onlari hangi yasta olursa olsun yetiskin bir birey gibi degerlendirip oyle yaklasmak gerekir.



Ebeveyn olmak cok ozel ; ama bir o kadar da hassasiyet gerektiren karmasIk ve zor bir surectir. Bireylerin cocuk yetistirirken yanlis tutumlar icinde olmalari cocuklarini butunuyle etkiler ve ilerleyen zamanlarda telafisi zor kisilik veya davranis problemlerine neden olur.



Hatali ana-baba tutumlarindan biri de ; baskici ve sert otoriter ebeveyn tutumudur. Bu tutumu sergileyen ebeveynler de cogu zaman yanlis yaptiklarinin farkinda degillerdir. Onlar kendilerince cocugu disipline ediyorlardir veya cocuklari cok zor oldugundan yapacak baska bir seyleri kalmamistir. Fakat bu tutum her halukarda sonuc vermedigi gibi genci olumsuz etkiler.



KIMDIR BASKICI VE SERT OTORITER EBEVEYN?



* Evde soz hakki butunuyle ebeveynde toplanmistir. Konusulan konu ergeni ilgilendirse veya tamamen onunla ilgili olsa bile ergene soz hakki verilmez, konuyla ilgili fikri alinmaz.



* Fiziksel veya sozel siddet, cezanin her turu evde disiplin araci olarak kullanilabilir.



* Ergenin eve giris cikis saatleri, giyimi kusami, konusacaklari, arkadaslari vs... butunuyle ebeveynin kontrolu altindadir.



* Aile icinde bireye saygi anlayisi yoktur.



* Evin genel havasi gergindir.



* Bu ailelerde cocuklar ile ebeveynler arasi duygusal veya sosyal bag oldukca zayiftir.



* Ebeveyn cocuguyla etkili bir bicimde iletisime gecemez, ergen de ebeveyni ile iletisime gecmekten cekinir.



* Iletisim genellikle emir cumleleri seklinde tek tarafli olarak yapilir. Yani evde ya guclu uye konusuyordur veya yasca buyuk uye.



* Bu ebeveynler guclu oluslarini sert oluslarina baglamislardir ve en ufak bir sevgi gosterisi ile bu gucu kaybedeceklerine inanirlar.



* Bu ebeveynler genellikle sevmeyi bilmezler, daha dogrusu gosteremezler. Cunku kendileri de agirlikli olarak baskici bir ev ortaminda buyutulmus ve yeterince sevgi gorememislerdir.



Kendilerini ifade edemeyen gencler yetisiyor



Kucuk yaslardan itibaren baskici bir ortamda buyutulen tum davranislari kontrol altinda tutulup surekli engellenen, sert muameleye tabi tutulan cocuklarin ilerleyen ergenlik donemlerinde ciddi sorunlar yasadiklarina sahit oluruz. Soyle ki :



* Bu ailelerde yetisen bireylerin ergenlik doneminde ya cok cekingen ve kendisini ifade edemeyen bireyler oldugu veya baslangicta edilgen yapidaki bu genclerin ilerleyen ergenlik donemlerinde agresif tutumlar icinde olan, ofkeli ve asosyal bireyler olduklari gorulur. Yani sonuc her iki durumda da kotudur.



* Bu ailelerde yetisenler aileleri ile yeterli bag kuramadiklarindan ergenlik doneminde butunuyle ebeveynlerinden ve evlerinden uzak kalmayi tercih eder. Zaruri durumlar disinda ebeveynleri ile iletisime girmezler.



* Kendilerini dogru bir bicimde ifade edemezler.



* Baslangicta ebeveynlerine guvenemeyen ve onlari kendine dayanak olarak gormeyen bu bireyler genel anlamda yasamlarinda ozguven problemi yasayan bireyler olurlar.



* Disiplini bu sekilde elde etmeye calisan ebeveynler buyuk bir yanilgi icindedirler. Cunku bu cocuklar dogruyu sadece hissettikleri korku duygusundan dolayi kisa bir sure icin benimserler ; fakat kendilerine sunulan dogrular icsellesmedigi surece bu cocuklar aslinda gercek anlamda disipline edilmis sayilmaz.



* Ebeveynlerini model alma ihtimalleri yuksektir. Ozellikle kendi kuracaklari aile yuvasinda kendileri de hatali tutum sergileyebilirler.



* Ergenlik doneminin de etkileri ile birlesince bu ailelerin cocuklarinin hircinliklari diger ergenlere gore daha fazla olacaktir.



* Butun bu nedenlerden dolayi baskici ve sert otoriter tutumu benimseyen ailelerin kendilerindeki bu hatayi fark etmeleri ve bir an once davranis degisimine girmeleri gerekmektedir. Bu ailelerin en buyuk yanilgisi "simdiden sonra degisirsem cocugumuz simarir" dusuncesidir. Boyle bir sey yoktur. Ebeveynden istenen disiplini birakmasi degildir. Yani ebeveyn disiplini birakmayacak, sadece baski ile elde etmeye calistigi disiplini dogru ve demokratik tutumla elde etmeye calisacaktir. Yoksa tamamen gevsek olunmasi ve disiplinin kaldirilmasi degildir istenen. Ayrica bu ailelerin sozel veya fiziksel siddete son vermeleri, ev, aile veya cocuklari ile ilgili mevzularda cocuklarinin fikrini alip kullanmalari, kisacasi cocuklarini hangi yasta olursa olsun bir birey olarak kabul edip oylece yaklasmalari gerekmektedir
***************

Tarih: 18:17 11-Nisan-2008 - Mesaj: #15

» Adembaba
Nasil helallesmeyi dusunuyorsunuz?



Yaptiginiz isle, sattiginiz malla, soylediginiz sozle baskalarinin hakkina mi geciyorsunuz? Ya da vazifelerini gozardi mi ediyorsunuz? Helal ve harami unututtunuz mu yoksa?



Paldir kuldur yasayanlardan, "donup de arkasina" bakmayanlardan misiniz? Hayat geciyor. Zamanla birlikte mekanlar da cevre de degisiyor. Yillar sonra bugun cevrenizde bulunan insanlari nasil bulup da helalleseceksiniz? Ya bu hâl uzere "dunya degistirirseniz"? Oyle ya ahirette nasil hesap vermeyi dusunuyorsunuz?



Diyelim ki ogretmensiniz: Cocuklari iyi yetistirmediniz (ve kendinizi de!). Iyi ogretmediniz, cocuklari dersten, belki de hayattan, ailesinden soguttunuz. Bazilarinin hakki olan notu bile bile vermediniz. "Surundurmek" istediniz. Belki de surundu ve hayati karardi. Bir de size maddi-manevi "hediye" saglayan ailelerin cocuklarina iltimas yaptiniz... Evet, obur dunyada nasil helalleseceksiniz?



Ogrencisiniz; dersi sabote ettiniz, ogretmenlerinizin sevkini kirdiniz, arkadaslarinizin motivasyonunu dusurdunuz, onlari kotu aliskanliklara yonlendirdiniz, hayat cizgilerini degistirdiniz, annenizin babanizin emegini bosa cikardiniz. Kardeslerinize ve kucuklerinize kotu ornek oldunuz. Nasil helalleseceksiniz?

Esnafsiniz; sattiginiz mallar, verdiginiz cek ve senetler hep dokuluyor. 2'ye anlasip 3'e satmaya, bahara anlasip kisa vermeye calistiniz ve isin kotusu buna alistiniz. Malinizdan memnun olmayanlarin âhi gokleri oksuyor artik! Nasil helallesmeyi dusunuyorsunuz?



Isverensiniz; urettiginiz urunlerin kalitesi, calistirdiginiz iscilerin haklari gibi curuk. Sirf tazminat hakki dogmasin diye bir yil bile calismadan gonderdiniz onlari. Ya da onlarin ruhu bile duymadan her yil "gir-cik" yaptiniz kagit uzerinde. Sigortalarini yatirmadiniz ve "kâr" ettiginizi dusundunuz. Alniniza ecel terleri dustugunde nasil helallesmeyi dusunuyorsunuz?



Iscisiniz; yeteri kadar gayret etmediniz, isveren haklarina riayet etmediniz, onun zarara girmesi sizi hic ilgilendirmedi, is ahlakini zedelediniz, cok calisanlari hep kinayarak toplam calisma kalitesini etkilediniz. Aldiginiz ucreti helal ettirmek aklinizin ucundan bile gecmedi. Nasil zarar verirsem o kârdir diye dusundunuz. Olum kapiyi caldi ve artik geri donus yolu tikandi. Nasil helallesmeyi dusunuyorsunuz?



Gida ureticisisiniz; urettiginiz gidalar kalitesizdi, hastalik tasiyordu, gramajlar hep bozuktu, sagliga zararli katki maddeleri, kanserojen boyalar, zararli gubreler, ilaclar, hormonlar kullandiniz. Insanlarda nesiller boyu surecek kalici hastaliklara yol actiniz. Magdurlariniz hastane kapilarinda perisan oldu, maddi manevi servetleri heba olup gitti. Onlarin âhi sizi ariyor? Nasil kacacaksiniz? Musallâdaki helallik sizi kurtaracak mi?



Baba ya da annesiniz... Esinize, cocuklariniza, ailenize, akrabalariniza, komsulariniza iyi ve ornek bir insan olmadiniz. Ahlak veremediniz. Hep kose donmeye calistiniz, kotu ornek oldunuz. Sila-i rahmi, akrabalar arasindaki sevgiyi, muhabbeti dedikodularla, cekememezlikle, kaprislerinizle bozdunuz. Cocuklariniza sefkat, helal kazanc, caliskanlik, okumak, iyi bir insan ve Musluman olmak duygusunu asilamadiniz. Hatta bu duygulari ciddiye bile almadiniz. Yetistirdiginiz cocuk cemiyete zararli bir insan haline geldi, kotu aliskanliklari da var ve yakaniza yapisti. Nasil helalleseceksiniz?



Devlet adamisiniz... Vatandassiniz... Hakimsiniz... Emniyet mensubusunuz.. Gazetecisiniz... Siyasetci, belediye baskani, mustesar, burokrat ya da muteahhitsiniz. Meslekleri cogaltabiliriz. Farz edin ki, firinci, ayakkabici, eczaci, hekim, cerrah, muhendis, mimar veya kasapsiniz. Biliyorsunuz ki yanlis isler yapiyorsunuz. Bile bile devam etmeyi hâlâ dusunuyor musunuz? Son nefese kadar boyle devam ederseniz, nasil helallesmeyi dusunuyorsunuz? Acaba helallesmeye firsatiniz olacak mi?



Helallesme cok onemli



Uzerinde kul hakki bulunan bir insan, muhatabini bulup helâllik dilemek mecburiyetindedir. Bu hak, giybet, iftira, yalan isnadi... vs. gibi manevî boyutlu haklar ise, ancak hak sahibiyle acik-secik konusularak helâl ettirilebilir. Eger hakkin borc-alacak gibi maddî boyutu varsa, bunlari hemen odeme cihetine gidilmelidir.



seytan sizi "Allah" ile aldatmasin



"Nasil olsa Allah affeder" anlayisini korukleyip, insanlari gunaha kosturan mel'un seytandir. Allah'in rahmeti elbette genistir, sonsuzdur; ama kul hakki mustesnadir. Bakin Rabb'imiz Fatir Sûresi'nde (5-8 ayetler arasinda) bunu nasil izah ediyor:



"Ey insanlar! Allah'in vaadi gercektir; sakin dunya hayati sizi aldatmasin. O cok aldatici olan seytan da sizi Allah ile aldatmasin. seytan size dusmandir; siz de onu dusman belleyin. O, kendi taraftarlarini alevli ateste barinmaya cagirir! Inkâr edenlerin hakki siddetli bir azaptir. Iman edip guzel isler yapanlar icin ise bir bagislanma ve buyuk bir odul vardir. Kotu isi kendisine suslenip de artik onu guzel bir is olarak gormeye baslayan kimse de o mu'minler gibi olur mu? Allah diledigini saptirir, diledigini dogru yola iletir."



Adalet ilk adim



Kul hakkindan korkuyorsaniz âdil olmaniz gerekiyor. Bunun da ilk adimi ferdin sahsi hayatinda Muslumanligini yasamasi ile atilir. Sonra daire genisletilir, aileden topluma uzanan cizgide ibadet duygusunun, ibadet duygusu icinde itidalin ve ayni zamanda istikametin hakim olmasi adimlari gelir. Kur'an'dan istifadenin yolu takvadan gecer ve takva ile en icli-disli olan sey adalet ve istikamettir. Her cuma hutbelerde dinledigimiz "Innallâhe ye'muru bi'l-adli ve'l-ihsani..." (Nahl, 16/90) ayetinde de ilk once adalet emrediliyor, sonra ihsan geliyor.



Firsatiniz var



Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), "Kul bir gunah isler, bu gunahi onu Cennet'e goturur!" buyurunca, "Bu nasil olur?" dediler. O, "Gunah isleyip, tevbe ederek ve gunahtan kacarak, gozlerini Allah'in dergâhina diker. Neticede cennete girer." (Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, 1, 199) seklinde cevap verdi. Said bin Cubeyr, "En abid kisi kimdir?" sorusuna: "Gunah isleyip, bu gunahi her hatirlayisinda daha cok ibadet eden kimsedir." cevabini verdi. Hazret-i Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem); "En seckininiz, degisik fitnelerle karsilasip tevbe edendir." (el-Munavî, Feyzu'l-Kadir, 3, 468) demistir.
***************************

 

 

 

*Hic umulmadik kimseler kaybedebilir*


Birbirine en uzak seyler nelerdir?" denilirse kufur ve iman diyebilirsiniz;
neticeleri itibariyla boyledir. Fakat, hayat icinde yasadiginiz seyler
itibariyla; hisleriniz, hevesleriniz veya vicdaniniz, suurunuz ve latife-i
Rabbaniyeniz acisindan bakinca birbirine en yakin seyler de kufur ve
imandir.


*Aralarinda incecik bir perde vardir.*


Onun icin perdenin ote tarafina yuvarlanip dusenlerin dedikodusunu edip,
"Nasil oldu da dustuler?" falan deme yerine "Allah bizi dusurmesin." diye
Cenab-i Hakk'a teveccuh edip yalvarmak lazimdir. Devamli surette, "*Rabbenâ
lâ tuzig kulûbenâ ba'de iz hedeytenâ-Allahim hidayet buyurduktan sonra
kalplerimizi kaydirma.*" demek gerekir. Butun kardeslerimiz icin de ayni
duayi yapmaliyiz. Cunku hic umulmadik kimseler kaybedebilir. Vahye katiplik
yapan insan vardir ki kaybetmistir. Ister tahribatin kolay olmasina, ister
seytanî meselelerin insana daha cazip, daha hos gelmesine, isterseniz de her
zaman tetikte yasayamamaya.. neye verirseniz veriniz, hic beklenmedik anda
kayabilir ve devrilirsiniz. Bundan dolayi, insan kendine hic guvenmemeli,
O'na tutunmali ve bu sekilde ayakta durmaya calismali.. kendini cok kucuk
gormeli.. her gece bin rekat namaz kilsa, basini yerden kaldirmasa da
kullugunu yapamadigi inancinda olmali. Senenin her gununu ibadetle dopdolu
yasayan bir kul "Rabb'ime su kadar ibadet ettim, su meselede soyle bir
mazhariyete erdim." seklinde aklinin kosesinden gecirse, kendisini bir paye
ve makam sahibi zannetse, onun bu mulahazayla tukettigi o anlar, hayatinin
en karanlik dilimleridir. Oysa dikkatli bir kul, mazhariyetlerine bir mekr
olabilecegi endisesiyle bakmali ve Allah'in rizasindan baska butun taleplere
kapanmalidir. "Ben bir koleyim. Kolenin hic sermayesi olmaz; o ne kazanirsa
kazansin kâr efendiye aittir." suurunda olmali, ibadet ve hizmetleri
karsiliginda bir mukâfat ve bedel beklememelidir. Oyleyse mesele, makam elde
etmek, bir pâyeyle bilinmek degildir; verilmis bir pâyenin hakkini eda
etmek, nimetlere sukurle mukabelede bulunmaktir.





*[KURSU] Gunahlara karsi dikkatli olmak gerek*


Toplu ve beraber olmada rahmet; firkatte (ayrilikta) ise nikmet (bela ve
afet) vardir. Oyleyse, ayri ve yalniz kalmamak lazimdir. Ayri durma
oldurucudur, tehlikelidir. Her huzurun bir insibagi oldugu gibi bir araya
gelme de bir insibag hasil eder.


Ayrica, bir yerde kalinirken ya da bir yere gidilirken elden geldigince bizi
kontrol edecek birisiyle beraber olmak; yalniz kalmamak, yalniz gitmemek,
yalniz dolasmamak gerekir. Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi
vesellem) "Yalniz seytandir." sozunu dar anlamamali. Tek basina bir yerde
yatip kalkmadan, yalniz dolasmaya kadar, hemen her halukarda o teklik icinde
bir seytanlik vardir seklinde genis yorumlamali. Evet, yalnizlik icinde bir
seytanlik vardir. Allah Resulu, bunu bir manada iki kisi icin de soyluyor.
Cunku, ihtimal hesaplarina gore iki kisi bazi serleri isleme hususunda
mutabakat saglayabilir. Mumkunse hep uc kisi olmak gerekir. Uc kisinin ser
uzere birlesmesi ve birden bire dejenerasyona maruz kalmasi cok dusuk bir
ihtimaldir.


Zihin ve dusunce dagarcigimizda surekli bir seyler bulundurmak lazim.
Mesela, bir yere gidiyorken; evvela, yapilacak bir is icin oraya gidiyor
olmali. Yol boyunca yapilacak o vazife dusunulmeli. Yola cikmadan once de
Rabb'imize teveccuh ederek ic donanimimizi gozden gecirmeli, cok dua ve
istigfar etmeli. "*Ya Rabbî, bin defa kaymaya istihkak kesbetsem de Sen beni
kaydirma.* -Eskilerin dedigi gibi- *Elimden-ayagimdan, gozumden-kulagimdan,
dilimden-dudagimdan.. kotu bir seyin sâdir olmasina meydan verme.*" deyip
O'nun siyanetine siginmali. Kontrollu durmak, gunahlar karsisinda kendini
salmamak ve lâubâliliklere karsi kapali kalmak lazim. Hatta icimizdeki
insirahlari bile zevk-i ruhânî havasi icinde karsilayarak onlarla sevinme
yerine, "Ya Rabbî! Ben Sana karsi hakkiyla kulluk yapamadim ki, icimde boyle
bir esinti olsun. Yoksa bu hâl seytandan mi?" diyerek ondan dolayi bile
istigfar etmeli. Bize ait hicbir guzellige guvenmemek esastir. Dunyada havf
(korku) icinde yasayanlar, ahirette emniyet icinde olurlar. Cenâb-i Allah,
bir kudsî hadiste "Havf ve emniyeti cem'etmem, bir arada vermem." buyuruyor.
Yani, burada ahireti hesabina korku icinde yasayanlar orada emniyet icinde
olacak. Dunyada ahiretinden endise etmeyen ve oteler icin hazirlik
yapmayanlar ise orada korku yasayacaklar.


*Kalbi buyumeyen insan risk altindadir*


Bir insan icin yas, makam ve mansip acisindan, bir topluluk icin de adet ve
cap bakimindan buyume bazi deger, kiymet ve faydalarla beraber riskler de
getiriyor. Hani bazen biyolojik yapida hormon bozuklugundan kaynaklanan
anormal buyumeler olur ya, aynen onun gibi kalbî hayata uygun olmayan
buyumeler de oluyor. Kalb buyumuyor, sir buyumuyor, hafî inkisaf etmiyor,
ahfâ taninmiyor ve Allah geregince bilinmiyor; fakat fertlerin konumlarinda
bir buyume oluyor. Dolayisiyla bu topluma ve cemiyete de aksediyor. Seneler
once tanidigim, Kestanepazari ya da bir baska camiin avlusunda sarmas-dolas
olmus tam bir vahdet icinde gordugum insanlar vardi. Sûrî bir birlik
sergiliyorlardi. Fakat, bir imtihandan gecmeden gonullerde hakikî vahdetin
olup olmadigi bilinmiyor. O zamanlar sadece sohbet dinleme, incelme ve sonra
gozyaslariyla birbirine sarilip sevinci-kederi paylasma vardi. Insanlar,
durumlari itibariyla kendilerini kucuk kabul ediyorlardi. O gunlerde birlik
ve kardeslik biraz daha kolaydi. Fakat bir yerlere gelip, bir sey sahibi
olan insanlarin bu buyumeleri kalb, ruh, sir ve Allah ma'rifetiyle beraber
bir buyume olmamissa o mutevazi hallerini korumalari cok zor, hatta imkansiz
oluyor. Bir arkadas, "Dâhi ve caliskan insanlar her zaman bulunabilir ama en
buyuk sikinti olculu insan bulabilmektir." demisti. Cok dogru kabul ettigim
bu sozu az degistirerek "olculu"nun yerine "istisareye acik" insan demenin
daha uygun olacagini zannediyorum. Cok zeki ve akilli, bilge insanlar
bulunabilir, caliskan insanlar bulunabilir, ama en onemlisi mesverete acik
insanin bulunmasidir.


Cenab-i Hakk'in nimetlerini O'ndan bilmek.. ihsanlari O'na izafe ederek
hatirlamak bir sukr-u manevidir. Bu da, o turden nimetlerin ziyadelesmesine
vesile olur. Onu gormezlikten gelmek ise nankorluktur. Nankorluk de azab-i
ilahîyi gerektirir ve nimetin inkitaina vesile olur. Hususiyle "enaniyet
asri" diyebilecegimiz icinde yasadigimiz zaman diliminde, insanlar
pohpohlenmek, ovulmek icin bahaneler ariyor.. her sey bir calima, kuruntu ve
riyaya baglanmis gidiyor, her yerde bir hevâîlik hakim. Bu hevâîlige karsi
ciddi olmak iktiza ediyor.


Bu sebeple baskalarini takdir edenler, takdir ederken temkinli olmalilar;
hem fiilleri asil sahibinden koparmamalari, hem de takdir ettikleri insana
zarar vermemeleri acisindan dikkatli davranmalilar.


*OZETLE*


*1-** *Bir yerde kalinirken, bir yere gidilirken elden geldigince bizi
kontrol edecek birisiyle beraber olmak; yalniz kalmamak, yalniz gitmemek,
yalniz dolasmamak gerekir. Efendimiz'in "Yalniz seytandir." ikazi
unutulmamalidir.


*2-* Bize ait hicbir guzellige guvenmemek esastir. Dunyada havf (korku)
icinde yasayanlar, ahirette emniyet icinde olurlar. Cenâb-i Allah, bir kudsî
hadiste "Havf ve emniyeti cem'etmem, bir arada vermem." buyuruyor.


*3-* Bir insan icin makam ve mansip acisindan buyume bazi faydalarla beraber
riskler de getiriyor. Kalb buyumuyor; fakat fertlerin konumlarinda bir
buyume oluyor. Dolayisiyla bu topluma ve cemiyete de aksediyor.
***************

 

 

 

 

 

 
 
  Bugün 29 ziyaretçi (111 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol