Navigasyon |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İLMİHAL GENEL BİLGİLER
10/03/2006
İslâm ulemâsı; mücerred olarak “Kitap” denildiği zaman bununla ancak Kur’an-ı Kerim’in anlaşılacağı hususunda müttefiktirler. Kur’an-ı Kerim’in başka başka yönleri ve vasıfları ele alınarak çeşitli tarifleri yapılmıştır. Genel olarak: “Allahû Teâla (cc) tarafından Cebrail vasıtası ile Peygamberimiz Resûl-i Ekrem (sav)’e indirilmiş olan ve Resûl-i Ekrem (sav)’den bize tevatüren nakledilen bir nazım’dır”(29) tarifi uygun bulunmuştur. Bunun dışında: “Allahû Teâla (cc) tarafından Resûl-i Ekrem (sav)’e vahiy yoluyla indirilmiş, mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, tilavetiyle taabbüd olunan muciz kelâmdır”(30) tarifi de yaygındır.
26 Kur’an-ı Kerim’in “Mucize” olduğu hususunda hiçbir ihtilâf yoktur. İmam-ı Maturidi (rha)’ye göre: “Kur’an-ı Kerim’in i’caz yönü, belağatının kemale ulaşmasıdır.”(31) Eğer bu i’caz belağat yönünden başka olsaydı, benzerini getirmek için uğraşan Arapları, başka yönleriyle de aciz bırakması icap ederdi. Gayb’tan haber vermesi, tenakûzdan hali olması, ister dünyevi, ister uhrevi olsun bütün mesalihi ihtiva etmesi noktasından, diğer ilâhi kitaplarla aynıdır.
27 Kur’an-ı Kerim’in hem lafzı, hem manası Allahû Teâla (cc)’dandır. Bu hususta hiçbir beşerin payı yoktur. Kur’an-ı Kerim’in bize ulaşması tevatür yoluyladır ve indirildiği gibi eksiksiz olarak muhafaza edilmiştir.(32) Ayet-i Kerime’lerin sûreler içerisindeki yerleri de tevkifidir. Bu hususta hiç kimsenin ictihad ve reyinden söz etmek mümkün değildir.(33) Meselâ: Harf-i Mukatta’dan “Elif-Lâm-Mim” bir ayet-i kerime olduğu halde, “Elif-Lâm-Ra” bir ayet değil, ayetten cüzdür. Eğer ictihad ve rey sözkonusu olsaydı, bu şekilde değerlendirmek mümkün olmazdı.
28 İslâm fıkhında; Kur’an-ı Kerim, her yönden mutlak manada asıldır.(34) Nitekim Kur’an-ı Kerim’den olduğu sabit olan herhangi bir kelimeyi veya ayeti inkâr eden kimsenin küfrü üzerinde ittifak edilmiştir.(35) Ayrıca Kur’an-ı Kerim’e ta’zim etmek vacip, tahkir etmek haramdır. İslâm ulemâsı “O’na (Kur’an’a) tam manasıyla temizlenmiş olanlardan başkası dokunamaz”(36) ayet-i kerimesini esas alarak; “Abdest almadan Kur’an-ı Kerim’e dokunmanın haram olacağı” hususunda ittifak etmiştir.(37) Tabii cünüp olan kimsenin de; gusûl almadan dokunması, helâl olmaz. Resûl-i Ekrem (sav)’in; abdestsiz olan hiç kimsenin Kur’an-ı Kerim’e dokunmamasını da, emrettiği bilinmektedir.(38)
29 Kur’an-ı Kerim’deki hükümler genel olarak ikiye ayrılır: Manası açık, ihtimal ve iştibah’tan salim olarak ibareleriyle hükme varılan ayetlere “Muhkem” denir. İbaresinde, birçok manaya gelme noktasından ihtimal bulunan ayetlere “Müteşabih” denilmiştir.(39)
30 Muhkem ve müteşabih ayetler konusunda Allahû Teâla (cc) mü’minleri uyarmıştır. Kur’an-ı Kerim’de: : “(Habibim) Sana kitabı indiren O’dur. Ondan bir kısım ayetler muhkemdir. Ki bunlar kitabın anası (temeli) dir. Diğer bir kısmı da müteşabihlerdir. İşte kalplerinde eğrilik (Maraz) bulunanlar sırf fitne çıkarmak ve (hevâlarına göre) onun teviline yeltenmek için, müteşabih olanına tabi olurlar. Halbuki onun tevilini Allah’tan başkası bilmez. İlimde yüksek payeye erenler ise: “- Biz O’na inandık. Hepsi Rabbimizin katındandır” derler. (Bunları) selim akıl sahiplerinden başkası iyice düşünmez.”(40) hükmü beyan buyurulmuştur.
31 Bir mecliste Resûl-i Ekrem (sav): “Ümmetimin helâkı kitab’ta ve Sût’te olacaktır” buyurmuştur. Sahabe-i Kiram: “Ey Allah (cc)’ın Resûlü, buradaki kitab ve Sût nedir?” diye sorunca, Resûl-i Ekrem (sav): “Kur’an-ı Kerim’i öğrenip, O’nun ayetlerini Allahû Teâla (cc)’nın indirdiği gayeden başka şekilde te’vil etmektir” cevabını vermiştir.(41) Yine bir başka Hadis-i Şerif’te: “Her kim Kur’an-ı Kerim’i (Hiçbir ilmi olmadan) kendi şahsi reyiyle tefsir ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın”(42) buyurduğu ve mü’minleri uyardığı sabittir . İmam-ı Şafii (rha) “Allahû Teâla (cc)’nın kitabında yer alan ilim, icma cümlesindendir. Kur’an-ı Kerim’in tamamı, Arap lisanı üzerine nazil buyurulmuştur. Bu sebeble Kur’an-ı Kerim’in nasihi ve mensûhu, nüzûl sebebleri ve farz kıldıkları, edebi belağatı, irşadı ve mübah kıldıkları iyi bilinmelidir. Ayrıca Allahû Teâla (cc)’nın peygamberine verdiği mevki’inin de iyi bilinmesi gerekir. Zira Allahû Teâla (cc)’nın kitabında vaaz ettiği hükümleri Resûl-i Ekrem (sav)’in lisanı üzere beyan buyurmuştur. Binaenaleyh Allahû Teâla (cc) farz olan hükümlerle neyi kasdetmiştir? Kimin için farz kılmıştır? Bütün insanlar bu farzların kapsamına giriyor mu, girmiyor mu? Mükellef olan kullarının neye itaat etmeleri gerekir ve neden sakınmaları icabeder? Bütün bunların hepsi iyice bilinmelidir”(43) diyerek, önemli inceliklere işaret etmiştir. Dolayısıyla kat’i bir ilim olmadan, Kur’an-ı Kerim’i tefsir etmek caiz değildir. Son yıllarda birçok “Meal” yayınlanmıştır. “Meal” kelimesi en yakın mana veya eksik olan terceme manasınadır. Hiç kimse bu yayınlanan “Meal”ler ile amel edemez.
Önce lûgat manası üzerinde duralım. Örf kelimesi; ma’ruf ve irfan ile ilgili olup, “irfan ehlinin razı oldugu davranışlar” manasınadır. İmam-ı Kurtubi: “-Selim akıl sahiplerinin razı olduğu ve insanları mutmain eden davranışlara örf denilir” tarifini yapmıştır. Yaygın olan tarif şudur: “Şer’i şerife aykırı olmayan ve akl-ı selim sahibi kimselerin müstahsen bulduğu davranışlara örf denilir.”(80) . Örf ve âdet’te dikkat edilecek husus “Şer’an ve aklen müstahsen” olmasıdır.(81) Buna sahih örf denilmiştir. Şer’i şerife uygun olmayan örfe, “fasid örf” denilir. Fasid örf, delil olarak kabul edilemez..(82) Nasslar ile örf ve adetler tearuz (çelişki) sökonusu olursa, nasslar esas alınır.Bu durumda, örfe ve adete itibar edilemez.
Önce icma kelimesinin lûgat manası üzerinde duralım. İcma Arapça bir kelime olup; “azm, kasd ve ittifak”(59) manalarına gelir. Molla Hüsrev: “Müctehid imamların herhangi bir asırda şer’i bir hüküm üzerinde ittifak etmelerine icma denir” tarifini esas almıştır.(60) İmam-ı Serahsi’de şu şekilde tarif etmiştir: “Her asırda fıskını ilân etmeyen, heva ve heveslerine tabi olmayan bütün müctehid imamların ittifakına icma denir.”(61)
43 Kur’an-ı Kerim’de: “Kim kendisine doğru yol besbelli olduktan sonra Peygambere muhalefet eder, mü’minlerin yolundan başkasına uyup giderse, onu (o kimseyi) döndüğü o yolda bırakırız. (Fakat ahirette) kendisini cehenneme koyarız. O ne kötü bir yerdir” (En Nisa Sûresi: 115) hükmü beyan buyurulmuştur. İmam-ı Zemahşeri: “Bu ayet , icma-ı ümmetin delil olduğunun işaretidir. Zira ayette “peygambere muhalefet ile mü’minlerin yolunun dışında bir yol tutmak” aynı mahiyette sayılmıştır. Bu iki cürmün cezaları da eşit tutulmuştur”(62) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir. İmam-ı Kurtubi: “Mü’minlerin yolundan ayrılmaktan maksad, müctehid imamların icmalarını inkâr etmektir. Bu ayet-i kerime’de icma-i ümmet’ten ayrılanları tehdit vardır”(63) demiştir. İmam Ebû Bekir El Cessas: “Bu ayet-i kerime’de mü’minlerin yolundan ayrılanlar cehennem azabı ile tehdit olunmuşlardır. Bundan kasıd, icma-ı ümmeti inkâr edenlerdir”(64) hükmünü zikretmektedir. Tefsir-i Haazin’de: “Peygambere muhalefet etmek ve mü’minlerin yolundan ayrılmak haramdır. Durum böyle olunca mü’minlerin yoluna uymak vaciptir”(65) denilmektedir.
44 Bazı usûl-i Fıkıh kitaplarında; Resûl-i Ekrem (sav)’in: “Benim ümmetim delâlet üzerinde ittifak etmez”(66) ve “Mü’minlerin güzel gördüğü şey, Allahû Teâla (cc) katında da güzeldir”(67) Hadis-i Şerif’leri, İcma-i Ümmet’in delili olarak zikredilmiştir.
45 İcma’nın teşekkül edebilmesi için, mücmel olan fıkhi bir meselenin bulunması zaruridir. Aynı asırda yaşayan müctehid imamlar; Kur’an ve Sünnet’te yer alan mücmel bir hüküm üzerinde, kat’i olarak ittifak ederlerse icma teşekkül eder. İcma’nın delil olması da buna dayanır.(68) Kat’i bir nassa dayanan ve tevatürle gelen İcma’nın inkârı insanı küfre götürür.(69) Zira bunda kat’i delilleri yalanlama sözkonusudur. Bilindiği gibi bir asırda; tek bir müctehid bile katılmazsa, icma teşekkül etmez.
46 Müctehid olmayan kimselerin tamamı; herhangi bir fıkhi meselede ittifak etseler, bununla icma teşekkül etmez. Dolayısıyla “İcma-ı Ümmet’in” teşükkülü için; aynı asırda yaşayan, birçok müctehid imama ihtiyaç vardır.
47 Müctehid seviyesinde ilme sahip olmayan, buna mukabil insanlar indinde “Mürşid-i Kâmil” diye anılan kimselerin; fıkhi meselelerde, bir müctehide tabi olmaları vaciptir. Nitekim tasavvuf yolunun büyüklerinden İbrahim b. Ethem, Şakik Belhi, Ma’ruf Kerhi, Ebû Yezid Bestami ve Fudayl b. İyaz; amel’de hanefi mezhebini taklid etmişlerdir.(70) İnsanlar tarafından “Müşrid-i Kâmil” vasfı ile anılan kimselerin; herhangi fıkhi bir meselede, kendi aralarında ittifak etmeleri, icma-ı ümmet mahiyetine haiz değildir.
Kıyas; Arapça bir kelime olup “K-Y-S” kökünden (kâyese’nin) dili geçmiş masdarıdır. Lugatta “iki şeyi birbiri ile ölçmek, mukayese atmak ve iki şey arasınaki benzerlikleri tesbit etmek ” anlamına gelir. (71) Fıkıh usûlü kitaplarında; “kitap, sünnet ve icma ile sabit olan bir hükmün; illet ve sebeplerini dikkate alarak, hakkında nass bulunmayan (fakat aynı illetlere sahip olan) meselenin hükmünü ortaya koymaya kıyas denilir” (72) tarifi yapılmıştır. Hz. ömer (ra)’in Ebû Musa El Eş’ari’ye: “Birbirine benzeyen şeyleri iyi kavra, illet ve sebeblerini çok hassas olarak tahlil et ve daha sonra kıyas yap”(73) tavsiyesinde, aynı unsurlar görülmektedir.
49 Kur’an-ı Kerim’de: “Onlara eminlik veya korku haberi geldiği zaman onu yayıverirler. Halbuki o (haberi) peygambere ve içlerinden ûlû’lemr olanlara arzetseler, elbette bunların istinbata kadir olanları onu anlar, bilirlerdi” (En Nisâ Sûresi: 83) hükmü beyan buyurulmuştur. Bu ayet-i Kerime’de geçen “Yestenbitûnehû” ibaresinden kasdın, istinbat ve kıyas yoluyla hüküm çıkarmak olduğu hususunda ittifak mevcuddur.(74) Meselelerin ve haberlerin “Ulû’lemr” hükmünde olan alimlere sorulması bir vecibedir.
50 Resûl-i Ekrem (sav), Hz. Muaz b. Cebel’i, “Yemen” iline vali olarak gönderirken: “- Ya Muaz, bir hadise ile karşılaşırsan nasıl hükmedeceksin?” diye sormuştur. Hz. Muaz b. Cebel (ra): “Allahû Teâla (cc)’nın kitabı ile ya Resûlallah” diye cevap verir. Resûl-i Ekrem (sav): “- Peki hükmü kitap’ta bulamazsan nasıl hükmedersin?” diye sordu. Hz. Muaz (ra): “Allah’ın(cc) resûlü’nün sünnet’ine başvururum” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem (sav): “Peki hem Allahû Teâla (cc)’nın kitabında, hem Resûlü’nün sünnetinde bulamazsan nasıl hükmedersin?” sualini sordu. Hz. Muaz (ra): “- O zaman reyimle (Kıyas yaparak) hükmederim”(75) cevabını verdi. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Efendimiz (sav), Hz. Muaz b. Cebel (ra)’in bu cevabından memnun olmuş ve: “Resûlullah’ın elçisini, Resûlullah’ı hoşnud edecek şeye muvaffak kılan Allahû Teâla (cc)’ya hamd olsun” diye duada bulunmuştur. Bu hadis-i şerif, bir cemaat tarafından rivayet edilmiştir.
51 Kıyas; kitap, sünnet ve icma’ya bağlı olan, zanni bir delildir. Hakkında muhtem ve müfesser nass bulunan konularda kıyas yapılamaz. Mücmel olan haberlerde, kıyas usûlü ile hüküm çıkarılır. Müctehid seviyesinde ilme sahip olmayan kimseler; taharri (araştırma) yapabilirler, fakat kıyas ile hüküm veremezler.
52 Hanefi fûkahası: “Taabbüdi olan ve illetleri akılla kavranamayan hükümlerde kıyas’ın geçerli olmayacağı hususunda” ittifak etmiştir.(76) Meselâ: ibadetlerin biri, diğerine kıyas edilerek, yeni bir ibadet şekli tayin edilemez. Ayrıca Hadd cezalarında ve keffaretlerde, kıyas yoluyla yeni hüküm konulamaz.
53 Kitap, sünnet ve icma; her alanda delil olduğu halde, kıyas-ı fukaha sadece fıkhî meselelerde hüccet teşkil eder. Kıyas-ı fukaha; mutlak müctehidler ile mezhepte veya meselede müctehid olan fakihlerin başvurabileceği bir kaynaktır. Herhangi bir mukallidin; akli melekelerini kullanarak yapmış olduğu akıl yürütme kıyas-ı fukaha olarak nitelendirilemez.. Bu nevi akıl yürütmeler, şahsi kanaat hükmündedir. Şahsi kanaatlerini kıyas kabul edenler, büyük bir vebal ile karşı-karşıyadırlar. Nitekim Tabiûndan Şa’bi’ye bir kimse gelip bir mesele sorar. Hz. Şa’bi (rha); sualle ilgili olarak Abdullah İbn-i Mes’ud (ra)’un bir rivayetini nakleder. Sual soran kimse: “- Sen bu konudaki şahsı kanaatini söyle” deyince, Hz. Şa’bi (rha): “- Şu adama bakın, ben ona Abdullah İbn-i Mes’ud şöyle dedi diyorum. O bana şahsi kanaatimi soruyor. Ben dinimi bundan tenzih ederim. Vallahi müzikle meşgul olmayı, sana şahsi kanaatimle fetva vermeye tercih ederim”(77) diyerek, bir inceliğe işaret etmiştir.
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 37 ziyaretçi (122 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
|
|
|
|